Annesinin ölümüyle eski mutlu günlerinin eksikliğini yaşayan, babasını ise ayda sadece birkaç gün görebilen Ali; büyükbabası ve babaannesi ile sakin bir hayat yaşıyordu.
On birinci sınıf öğrencisi, mahalleli tarafından sevilen, güzel ahlaklı, herkesin güvenini kazanmış bir delikanlıydı. Tarih hocası Hilmi Hoca ile sık sık sohbet eder, teneffüslerde onun yanından ayrılmazdı. Bu sırada hocasının çok yakın arkadaşı Abdullah Hoca ile tanışır. Üstün ve kıvrak zekâsı, vatanına olan sevdası ile hocasının dikkatini çeker ve hayatı geri dönülmez bir biçimde değişir.
Ondaki cevheri keşfeden hocaları onu eğitmek için İstanbul'daki özel bir eğitim kurumuna davet ederler ve Ali, ailesinin rızasıyla ayağına gelen bu fırsatı değerlendirir. Bu eğitimlerin sonunda o artık Hafiyye-i Âlâ'dır.
'Hem neymiş bir zamanlar bizde millet... Hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyaya, milliyet nedir dünyaya öğretmişiz!'