"Zayıf akıllı ve yetersiz fikir sahibi kimselerin adetidir ki onlar hakkı insanla bilirler, insanı hak ile değil. Akıllıların efendisi olan Hz. Ali "Hakkı adamlara göre tanıma, bilakis hakkı bil, ehlini tanırsın." buyurmuşlardır. Yani hakkı adamlar ile bilemezsin. Hakkı bil ki, ehlini bilesin. Bundan dolayı akıllı kimse bir sözü hakikat terazisinde tartar, eğer söylenen söz hak ise kabul eyler, onu söyleyen gerek bâtıl ehli olsun ve gerekse hak ehli olsun.
Hatta akıllı kimseler altın madeninin toprakta olduğunu bildiği için çoğunlukla dalalet ehlinin sözlerinden bile hak söz bulup çıkarmaya uğraşır. Sarraf kısmı (ki akçenin kalp ve geçer kısımlarını bilir) gerçek parayı tanımada basiretine güvendiği halde elini kalpazanın kesesine sokarak bir takım sahte paralar içinden saf altını seçip alabilir. Bunda bir beis yoktur. Çünkü kalpazanla alışverişten menedilenler köylülerdir, sarraflar değil. Deniz kenarında dolaşmaktan yüzme bilmeyen acemiler menedilir, yüzücülükte mahareti olanlar değil. Ve yılana dokunmaktan çocuklar men olunur, akıl ve fetanette akranına üstün, azimli ve tedbirli olanlar değil...
Hayatıma yemin ederim ki, herkes kendini yetenek sahibi ve hakkı bâtıldan, hidayeti dalaletten ayırma hususunda akıl olgunluğuna erişmiş, görüş sahibi zannetmek hayaline kapılmaktadır. Bu husus birçok kimsede vardır..."