Şerife teyzeler ve Elif nineler için, o zamandan bu zamana kadar hayat, nelerini değiştirmiştir ki? Ataları, bu topraklara geldiği ilk günlerde de bunlar böyleydi. Ayağında yırtık pabucu, çarığı, rengarenk dokuma basmadan yamalı entarileri aynıydı. Çalığının altındaki kınası solmuş fesinden dağılan; yarıya kadar dökülmüş, seyrelmiş, sonbaharın sonlarındaki boz otlara benzeyen karışık saçları da aynıydı... Ağlayan gözleri, çile dolu yürekleri de aynı. Acıyı, kendi paylarına ayrılmış sayışları da aynıydı. Halen ömürleri; fukaralıklarla, acılarla, fenalıklarla geçerken, bütün bunları az bulmuş gibi, acımasız hayat, kırılmaz azı dişleri arasında çiğnendikçe çiğniyor, inletiyor, ağlatıyor Anadolu analarını. Gamlı anaların yüreklerinin bu çığlığı, acımasız hayat yasaları karşısındaki en dayanılmaz boyun eğiştir. Başka yerlerdeki; yüksek refah, mutluluk gösterileri ve şatafat uğruna; bir başka yerlerde meydana gelen savaşlar, felaketler, yıkımlar, beşeri ahlak ve akıl yasalarıyla izah edilemeyince, yukarıda duyduğumuz acı çığlıklar; hayatın hiçliğindeki hayallere yollar insanoğlunu. Bu da onun utancıdır. Kendime hep sorarım; yaşlı çağlar, insanlığa verebileceğini vermiş midir acaba? Bunun en kestirmeden cevabı; Anadolu analarının yukarıdaki; kafiyesiz ağıtları, derin elemleri, çığlıkları ve hıçkırıklarıdır.