Değişen ve dönüşen bir devrin yarım kişileri, memurları, işçileri, esnafları kısaca insan figürlerini çabucak, hatta telaşla anlatan, yaşam arası öyküler yazan bir dikkat… Yeni hikâyeciliğimizin geliştiği bir dönemde gözlemci gerçeklikle kaleme alınmış, yazdıkça büyüyen uyanık bir bilinç… İnsanı köleliği, bezginliği, ürkekliği içinde ona sessizce yaklaşan bir adımlık nefes… Hayatın gerçeklerini anlatmak yerine hayatı hikâyede kurmak isteyen, insanın güzelliğini her şeyin üstünde bir değer olarak tasarlamış bir salon beyefendisi… Daha onlarca şey söylenebilir Umran Nazif'i anlatmak için. 1940 kuşağının hemen öncesinde yazmaya başlayan ve kısacık ömrüne güzel tatlar, öyküler sığdırmış, diğer olmayı asla hak etmeyen Türk öykücülüğünün unutulmuş bir "değer"i… Sadece öyküler yazmış, öykü gibi yaşamış, öykü gibi görmüş bir sanatçının öyküsüne biz de incelememizle dahil olmak istedik. Kendi "ben"iyle tek ve biricik olan, tükenmemiş, bitmemiş bir varlık arzusundaki yazarın ötelerden gelen sesine kulaklarımızı tıkayamazdık. Yazılmışa değer katan, onu ölümsüzleştirmeyi amaçlayan bir niyet okumasıyla bu eser meydana çıktı. Dönem öykücülerinin etkileriyle oluşmuş ancak kendine has bir ışığı anlatımının rengine karıştırmış olan Umran Nazif Yiğiter, Türk öykü geleneği içerisinde "söz"de olmaya devam edecektir. Söz tükenene dek…