Hayatın labirentlerinde ömür tüketendir insan. Geçtiği yollarda, caddelerde, sokaklarda ayak izlerini bırakır. Ne için ve ne amaçla tüketmiştir ki ömrünü? Heybesine ne katmıştır? Dünyanın yüklerini sırtlayıp hamalı mı olmuştur? Pişmanlıklar, küskünlükler, kavgalar, dövüşler, yalanlar, riyalar, günahlar, sevaplar, mutluluklar, iyilikler, kötülükler, savaşlar, binalar, evler, villalar, topraklar, yatlar, katlar, fakirlikler, yokluklar, garibanlıklar, açlıklar, sefaletler… Neler gömülü şu yeryüzünün koca mezarlığında! Savruluyor insan bu zamansız yolculukta. Aklı ve ruhu aynı yerde olamayan insanların vicdanında yaşadığı büyük zelzelelerde kim bilir nice yaşamlar karanlığın bağrına saplandılar. Bazı şeyler öyledir ki önünde duramazsınız. Bir kar kütlesinin, sesin şiddetiyle ya da bir rüzgârın kuvvetiyle zirvelerden aşağıya yığılarak gelmesi gibidir. Siz önünde durmaya çalışsanız da altında kalır ve feryatlarınız işitilmez olur. Göçük altında kalan hayallerin, rüyaların, ümitlerin, inançların tezahürü bambaşka bir acun olup, tabutlarla bir düğün alayı gibi çıkar içimizden.