Hınç adaleti, mağdur psikolojisini, nesnel ölçütler ve tarihi koşullarla örülü özgün bir bağlama yerleştiriyor: Kişisel öfke ve nefret duygusu veya öç alma dürtüsü, yapısal sorunlar ve kurumsal aksaklıklarla bağlantısı temelinde adaletin konusudur. Psikolojik bir olgunun adalet meselesine dönüşmesini haklı kılan, hukukun yozlaşması ve sosyoekonomik eşitsizliktir. Canı yanmış bir mağdurun, duygu ve düşüncelerine hak vermek, sağduyunun ortak paydasıdır. Hakka saygılı bir hukuk düzeni ve hak görgüsü olan bir ahlakilik bilinci, kimseyi adalet duygusuna sadakatinden ötürü suçlamaz. Ne var ki hınç adaleti, kolektif duygudaşlığın ötesine geçiyor; duyguların eyleme dökülmesinin ahlaken mazur görülebilme imkanını tartışıyor. Tedavülden kalkmış romantik bir önermenin peşine takılması da cabası: Adil olmayan bir hukuk sisteminde, öfkenin, nefretin ve intikamın çekim gücüne kapılan mağdurların bireysel adalet edimleri makul ve meşrudur. Mağdurun faili hınçla cezalandırma hakkından vazgeçmesi anlamına gelen 'cezalandırıcı affetme' de aynı önermeden hareket etmektedir; kayıtsız şartsız af dilemeyen faili ne mağdur ne hukuk affetmelidir.