Rüzgârı kokladı. Yüzüne kır çiçekleri dökülür gibi oldu. Hızır'la karşılaşmak için mükemmel bir gündü. Üç vakte kadar Kudüs'te olacaktı. Kilometrelerce yol gidecekti. Dağlar, denizler aşacaktı. Dünyanın en mutlu insanı içinde gizli bir gurur hissetti. Bir Musa bir de oydu. Musa'dan sonra o. Yeryüzünde Hızır'ın peşine düşen başkası var mıydı? Yoktu. Kimse onu aramaya çıkmamıştı. Neden? Çünkü insanlar her şeye yarım yamalak inanıyordu. İnsanoğlu, modernitenin parıltılı vaatlerine kandıkça kadim hikâyelerine yabancılaştı; kahramanlarını unuttukça yalnızlaştı. Çağın demir kafesi içinde alelade bir çark dişlisi olmayı kabullenen kalplerde inanç yeşerebilir mi? Hızır'ı görsek tanır mıyız mesela? Dede Korkut'un anlattığı hikâyelere şeksiz şüphesiz inanıyor muyuz? Demet Şahin, çağın kabulleriyle kıstırıldığımız kapanlara çentik atıyor öykülerinde. Diri bir Türkçeyle, sık dokulu kurgularıyla, uzaklarda yakınlarda; geçmişte ya da gelecekte değil, şimdi, bu zamanda başka bir ihtimalden söz ediyor: Hızır İhtimali'nden.