O sabah tüm yerel gazetelerde aynı haber yazıyordu: Savaş Kıratlı, dün gece saatlerinde hayatını kaybetti.
Katili, on yedi yaşında genç bir kızdı fakat bu gerçeği Savaş'ın kardeşi Aybars dışında hiç kimse bilmeyecekti. Ailesi dahil herkes, Savaş'ın kendi yaşamına son verdiğini zannedecekti çünkü ölümünün perde arkasında karanlık bir sır gizliydi.
Savaş'ın öldüğü gece, ölümüyle ilgisi olan iki adam sırra kadem basmıştı. Geride yalnızca Savaş'ın katili, kendini doktor olmaya adayan fakat bileklerine takılan kelepçelerle demir parmaklıkların ardına hapsolan Berzâh Duman ve Savaş'ın Aybars'a yazdığı bilmece gibi bir mektup kalmıştı…
Hayatı darmadağın olan Berzâh, yaşananları geride bırakma kararı almıştı ama o mektubun gizemini çözebilecek tek kişi olduğunun farkında değildi. İçeriden çıkacağı güne dek Aybars'ın onu bekleyeceğinin de…
Karşı karşıya geldikleri gün tehlikeli bir tuzağa düşeceklerdi ama asıl tuzağı kader kuracaktı.
Çünkü onlar asla bir araya gelmemesi gereken iki yabancıydı ama öyle kalamayacaklardı.
"Ellerimin ödemesi gereken bir bedel vardı," dedi gözlerimin içine bakarak. "Sızısı hâlâ yanağımda demiştin, ben de bu saatten sonra derim ki yarası hâlâ avuçlarımda."
O, acıyı hissetmeyen bir adamdı.
Bense acının ta kendisiydim.
Ruhum ona fazlasıyla yabancıydı.
Ne kadar kaçmak istesem de bazı geceler kalbim ona sığınırdı.
Farkına varmazdım...
O gecelerin sonumuz olacağını bilemezdim.
Savaşmak istediğimde ise geç kaldım.
Geçmiş bir girdap gibi çekecekti bizi içine,
Yaşananların ağırlığı bir çığ gibi çökecekti üzerimize...
Kaçamayacaktık.
Başlangıçta iki yabancıydık
Ama öyle kalamayacaktık.