Klasik Türk edebiyatı geleneğimiz kuruluş, klasik ve son dönemiyle gözlere ayrı manzaralar aksettirir. Bir beden ve ruhun farklı dönemlerde, farklı güzelliklerle ortaya çıktığı; koca bir ömrün gençlik, olgunluk ve yaşlılık dönemlerini yaşadığı canlı bir organizma gibidir. Gençliğindeki taravet, olgunluğundaki haşmet ve yaşlılığındaki tecrübe, bilgelik ve bir okadar da yaşlılığın getirdikleriyle her canlı organizmanın yaşadığı nihâî kadere mahkûm olur. XIX. asır, klasik Türk edebiyatının ömrünü tamamlama çağıdır. Sonraki asırlara da uzayan kimi canlılık belirtilerilerine sahip olmakla birlikte bu edebiyat geleneği, büyük ölçüde yerini yeni bir kimlik ve zihniyetle oluşan edebî geleneğe bırakır.
XIX. yüzyıl klasik Türk edebiyatı, çağın değişim rüzgarına bağlı, muhtevadan şekle kadar birtakım değişim izlerini barındırmakla birlikte, aynı zamanda geleneğin belli bir çerçevede kendini koruduğu bir asırdır. Bir nevî yeni ile eskinin birarada olduğu bir geçiş dönemidir. Bu asır eserlerinin tespiti, tahlili, tasnifi ve sonrasında yapılacak mukayeseli çalışmalar; geçiş döneminde yaşanan değişim ve dönüşümün sebepleri, boyutları, sonuçları gibi hususların aydınlatılabilmesi adına büyük önemi haizdir.
Hüseyin Hulûsî, biri divan olmak üzere iki eseriyle bu geçiş dönemi şairlerinden biridir. Nakşibendîlik tarikatı mensubu olan şair, din ve tasavvuf tesirindeki şiirileri yanında rindâne ve âşıkâne gazelleri; Türkçenin büyük ölçüde hâkim olduğu ve zaman zaman dilin inceliklerinin yakalandığı şiir örnekleri ve özellikle geleneğin muhafazası noktasındaki tutumuyla, bu asrın dikkate değer bir ismidir. Bu açıdan Hüseyin Hulûsî'nin divanının kültür hayatımıza kazandırılması ve edebî geleneğimiz içindeki yerinin tespit ve tahlili elzem görülmüştür.