Her ne kadar "ölüm, düşünce için gerekli ve imkânsız bir nesnedir" denilse de ölüm, insanın üzerinde düşünmeden edemediği bir gerçekliktir. Ölümü düşünmeden edememek, her şeyden önce, öte özlemi içinde olan insanın kendi varoluşuyla bağlantılıdır. Ölüm kavramı, insanın varoluşunun farkına varmasıyla birlikte Tanrı, varoluş, ruh, ölüm, dörtlüsü yaşadığımız hayat gerçeği ile iç içedir.
İbn Sina da İnsanî ruh, bizatihi var olan bir cevher, ne bir insanın bedenine ne de başka herhangi bir maddi şeye nakşolmuştur. Tamamen ayrılabilir ve maddeden soyutlanmıştır. İbn Sina ile Soren Kierkegaard için Tanrı hayatın merkezi konumundadır. Bu sebepten dolayı bütün hadiseler onunu bilgisi ve takdiri altındadır. Ölüm veçhesi kendiliğinde veya organizmanın bir nedenselliği sonucunda oluşan bir durum değildir. Her iki filozofta da ölümü, somut ve soyut kavramsal analiz şeklinde olmak üzere iki şekilde ele almışlardır. İbn Sina'ya göre ölüm; iradi ölüm ve tabii ölüm iken Soren Kierkegaard'a göre Objektif ölüm ve Sübjektif ölüm olarak ifade edilmiştir.