Hiç kuşkusuz Renan'ın din, bilim, felsefe ve diller üzerine yaptığı çalışmalar kendi zamanında büyük tartışmalara yol açmıştı. Renan'ı diğer Batılı aydınlardan ayıran en temel husus, fikirlerini açık ve net bir biçimde ifade etmesidir. Çünkü "hakikat" samimiyet olmadan kendini göstermez!
İnsanın tarihindeki kırılmalar nehir yataklarının yön değiştirmesine benzer. Yönün değişmesi ise ne nehirden ne de nehirde akan suyun doğasından bağımsızdır. Söz konusu İbn Rüşd olunca nehrin doğası Aristoteles'tir. Onun hızlı, sert ve samimi hakikat arayışının her dönemde kendine dost bulamaması bu bakımdan anlaşılırdır. Ne Aristoteles Atina'da dostça karşılandı ne İbn Rüşd Kurtuba'da alkışlandı. 1277 yılında kilise tarafından kınanan 219 tezin tamamına yakını Aristotelesçi-İbn Rüşdcü felsefeye ait düşüncelerden oluşuyordu. Paris'te İbn Rüşdcü felsefenin lideri Brabantlı Siger en yakın arkadaşı tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Renan ise, tıpkı Aristoteles gibi, Akademi'den kovuldu. Kilise İbn Rüşd'ün Aristotelesçi evren ve insan anlayışına 1513 yılına kadar karşı çıkmayı ve onu kınamayı sürdürdü. Bunun asıl nedeni ne idi? Aristoteles'in ve onun büyük Şarihinin varlığın kaotik değil kozmetik, yani iyi, güzel ve bilinebilir bir yapıda olduğunu söylemesiydi.
İbn Rüşd Anadolu'dan süzülüp gelen hakikatin ışığını karanlık zaman ve mekâna (Batı'ya) ulaştırdı. O, aklın ve inancın epistemik iktidarını ve meşruiyetini hakikat arayışı ışığında anlamaya çalıştı. Bu anlama çabası insanlık tarihinin en sert ve önemli kırılmalarından birini tanımlar. Aristoteles Batılı değildi, tıpkı İbn Rüşd gibi. Onlar Batı'ya hakikati aramanın ruhsal coşkusunu ve ışığını verdiler.
Bununla birlikte, Renan'ın düşünceleri ne ülkemizde ne de İslam dünyasında yeteri kadar ele alınmamıştır. İşbu çalışma, bu büyük boşluğa bir varlık katmadır. Bu kitap okuyucularına hakikati aramanın uzun, zor ve bir o kadar da soylu öyküsünü armağan etmektedir.