Hikâye, sanatsal (edebî) metinler içinde anlatmaya bağlı bir edebî türdür. Batılı anlamda hikâye türü edebiyatımıza ilk olarak Tanzimat Edebiyatı Dönemi'nde (1860-1896) girmiştir. İlk olarak çeviri faaliyetleri ile başlayan süreç taklit ve adaptasyon faaliyetleri ile giderek gelişmiş ve zamanla modern anlamda hikâye türü Türk edebiyatında kendi kimliğini bulmuştur. Tanzimat Edebiyatı'nda ilk dönemlerde geleneksel kültürden hareketle roman ve hikâye türünün her ikisi için de "hikâye" terimi kullanılmıştır (Hikâyet-i Robenson vb.). Tanzimat Edebiyatı'nda hikâye türünde yazılan ilk eserler Ahmed Mithat Efendi'nin Kıssadan Hisse (1870) ve Letâif-i Rivâyât (1874-1890) adlı eserleridir. Bununla birlikte Batılı anlamda ilk hikâye kitabı ise Samipaşazade Sezaî'n in Küçük Şeyler (1892) adlı kitabı kabul edilmektedir. Dünya edebiyatında hikâye türünün ilk örneği XIV. yüzyılda İtalya'da Giovanni Boccaccio tarafından yazılan Decameron adlı eserdir. 1348'de Avrupa'da büyük bir veba salgını olur. Salgın boyunca tanık olduğu olaylardan etkilenen Boccaccio, 1348'de başlayıp, 1351'de bitirdiği Decameron'da salgın günlerinin Floransa'sını ele alır. Eser, 10 gün boyunca anlatılan 100 öyküden oluşur. Günde 10 öykü anlatılır. Her günü bir kral ya da kraliçe yönetir. Bunlar veba salgınından kaçmak için toplanan yedi genç kadınla (Pampinea, Filomena, Lauretta, Emilia, Ellisa, Fieametta ve Neifile) üç erkektir (Panfilo, Filostrato, Dioneo). Mutluluklar, kadın erkek ilişkileri, gönül yaraları, yerinde verilen yanıtlar, çıkar peşinde koşan din adamları öykülerin başlıca konularını oluşturur.