Hiç kimsenin hatırlamadığı bir söz vererek geldik bu dünyaya. Anlamaya, alışmaya ve uyum sağlamaya çalıştık. Önce ruhumuzun yerleştirildiği bedenimize, sonra kendilerine bahşedildiğimiz ailelerimize ve son olarak da hayatta kalmaya çalıştığımız dünyaya... Herkes bir miktar başarılı, biraz da başarısız oldu aslında. Kendine bu dünyada yer edinmek için kim zorlanmadı, kim bedel ödemedi ki? Ama henüz kişiliği ve karakteri bile oturmamış, kendisine bile yabancı bir çocuk kadar kim zorlanabilir?
İnsanlardaki tahammülsüzlüğü çok küçük yaşlarda tecrübe ederek öğrenmişti Ferit. Çocukluğunda kısmen yetimliği, kısa süreli de olsa öksüzlüğü yaşadı. Tüm arkadaşlıkları hesapsızca ve zamansızca dost edinemeden bitti. Sahiplenecek kadar uzun kalamadı hiçbir mekânda. Acıyı, kederi ve ihaneti anlamlarını bilmiyorken yaşadı. Ferit, içinde bulunduğu bu keşmekeşten ancak büyüyerek kurtulabileceğine inanmıştı. Bedenini oradan oraya savuran insanlardan soyutlanıp, kendi içindeki bir göç ile bulmaya çalıştı huzuru. Bu sefer yalnız da olmayacaktı!
Kim bilir? Belki de bir dokunuşla yeşerecekti çorak toprakları. Karanlığı parçalarcasına doğacaktı güneş, gri bulutların arkasından. Belki de bu sefer kendi iradesiyle adayacaktı hayatını bir başkasına. Neden olmasın?