Cemal Süreya'nın sözüydü, "Şairin hayatı şiire dahil". Bu söz, bir özdeyişe dönüştü. O, kendi hayatını ve kendi şiirini de birbirine karılmış görüyor, böyle de görülmesini arzuluyordu. Ali Özgür Özkarcı tam da bu yöntemle bakıyor: "Cemal Süreya, tarihi kişisel deneyimi ile birlikte işleyen bir çizgide oldu hep. Deneyimini, aşkını, melankolisini toplumsallaştıran bir yeri aradı ve buldu."
Yeni kuşaklar, eskilerin mirasının yağmacısı değil, o gömünün arkeolojik kazıcısı oldukları sürece, sonuçları sorumlulukla yorumlayıp geçmişin hayaletimsi kâbusundan, zorunlu etkilenme endişesinden sıyrılır ve kendi zamanlarının yeni bir yolunu döşemeye başlarlar. "Kim var imiş biz yoğ iken burada" diye başlar bu kazı, Karacaoğlan'ın türküsündeki gibi. İşte bu çalışma, kendisinden önce geleni sorgulayan bu türden bir emeğin ürünü. Özkarcı'nın bu çalışmasında T. S. Eliot'ın şu tutumu da işlem kazanıyor: "Hiçbir şairin, hiçbir sanatçının kendi başına tam bir anlamı yoktur" diyordu Eliot, "Ona bir anlam vermek, onu değerlendirmek, onun ölmüş şairlerle ilişkisini değerlendirmek demektir. Tek olarak ele alırsanız, ona bir değer biçemezsiniz. Onu karşılaştırmak, karşıtlamak için, ölülerin arasına yerleştirmeniz gerekir. Ben bunu sadece tarihsel bir eleştiri ilkesi olarak değil, bir güzelbilimsel eleştiri ilkesi olarak anlıyorum." Cemal Süreya'nın şiir deneyimi üzerinden düşünen bu çalışma, yeni birçok tartışmayı da başlatıyor.
Mahmut Temizyürek