Elinizdeki kitabı bir hikaye mi, bir roman mı, bir anı mı yoksa bir masal kitabı gibi mi okuyacaksınız şüphesiz siz karar vereceksiniz. Ancak emin olabilirsiniz ki kitap bir hayatın akışı içinde yaşanan olayların sadece gerçek ama kısa bir özetidir.
Kitap kaleme alınırken yazarına hemen hemen her satırında bazen hüzün yüklemiş, bazen de gözyaşı döktürmüştür.
Elbette kolay değildi, üç çeyrek asra sıkıştırılmış anılar dizisinin kaleme alınışı. Acısıyla tatlısıyla, bir ömür boyu yaşanmış olayların hatırlanması, kaleme alınması, kitabın yazarını o yaşanan günlere götürmüştür.
Kim derdi ki, henüz ilkokul üçüncü sınıfta ikmale kalan bu çocuk okuyacak, gün gelecek çalışkan, fikri sorulan bir çocuk olacak?
Kim derdi ki, "Bu çocuk okumaz. Alın bu çocuğu bir tamircinin yanına çırak olarak verin." diyen öğretmeni dahil tüm ailesini şaşırtıp, 25 yaşında Zürich gibi bir Avrupa kentinde pek çok binanın mimarisine imza atacak? Kim derdi ki, yetenekleri sınırlı henüz 12 yaşına dahi basmamış ortaokul talebesi bir çocuk, on binlerce rakibini geride bırakarak, Anıtkabir'de bir 10 Kasım sabahı saat 9.05'de hançeresi yırtılırcasına "Atatürk'ün Gençliğe Hitabı"nı okuyacak? Kim derdi ki, bir fen adamı olan bu çocuk, gün gelecek Cumhurbaşkanı'na "Kültür Danışmanı" olacak? Kim derdi ki, Atatürk'e ibadet edercesine bağlı olan bu çocuk, benzeri olmayan bu büyük adam ve devrimleri hakkında Avrupa devlet adamlarının da ön söz yazdığı ciltler dolusu kitaplar yazacak?
Ve kim derdi ki, 19 yaşında taparcasına sevdiği bir genç kızı kaybettikten sonra, onun manevi varlığı ile bir ömür boyu yaşayacak ve ona sadık kalacak?
Zaman her şeyi eskitebiliyor, Tanrı her şeyi öldürebiliyor. Ama ne zaman ne de Tanrı "Sevgi"yi ne eskitebiliyor, ne öldürebiliyor, ne de hükmedebiliyor.
Tüm okuyucularıma sevgi, tüm okuyucularıma saygı.