İslam düşüncesinin en özgün ekollerinden birisi olan Mu'tezile, Müslümanların sadece genişleyen coğrafyayla birlikte karşılaştıkları kültür ve inanç türleriyle yüzleşme tecrübesine örnek teşkil etmesi bakımından değil, ürettiği fikir ve teorilerle de önemli bir yere sahiptir. Mu'tezilenin öne sürdüğü en önemli teorilerden birisi de lütuf teorisidir. Son dönem Mu'tezilesinin güçlü isimlerinden olan Kadı Abdülcebbar ile mütekamil bir sistematik yapıya kavuşan teori, başta Cübbailer olmak üzere Basra ve Bağdat Mu'tezilesini önemli oranda meşgul etmiştir. Mu'tezilenin adalet ilkesine bağlı olarak işlediği teorinin salah-aslah, vücup alellah gibi Ehl-i Sünnet ve Şia'nın da taraf olduğu konuları ele alması, problemin ekol dışına taşan taraflarının olduğunu gösterir. Mu'tezile bu teoriyle akıl yürütme yetisi, nübüvvet, şeriat, acılar (âlâm) gibi dini-ahlaki konuları temellendirmeye çalışmıştır.
Lütuf teorisinin en problematik yönlerinden birisi, Mu'tezile tarafından kabul edilen ve birbiriyle çelişir görünen iki farklı yaklaşımı uzlaştırmak zorunda olmasıdır. Mu'tezileye göre Allah'ın teklife muhatap olan insana yardım etmek gibi bir yükümlülüğü bulunmaktadır. Bununla birlikte, bu yardım insanın irade ve tercihi üzerinde belirleyici olmamalıdır. Çünkü insanın özgürlüğü adalet ilkesinin gereği olarak hiçbir surette zedelenemez. Buna göre hem insana ilahi yardımda bulunulduğu, hem de bu yardımın onun özgürce düşünme ve eylemde bulunma yetisine zarar vermediği düşüncesini uzlaştırmak gerekir. Bu çabayı teorinin geneline yayılmış bir hassasiyetle görmek mümkündür.