Genelde Ehl-i sünnet kelâm âlimleriyle uyumlu olmakla iftihar eden İmâm-ı Rabbânî, Ehl-i sünnet kelamcıların iman tariflerine katılmakla birlikte onun derunî tarafını ilgilendiren marifet, yakîn, iz'ân ve inkıyat kavramlarına yaptığı vurguyla olaya bir mutasavvıf gözüyle baktığını ortaya koyar. Marifetin kalpte oluşan ve nefiste olgunlaşan bir kavram olduğuna inanır, kalpteki marifete sûrî marifet ismini verir ve ona bağlı imanı sûrî olarak görür. Marifeti ayrıca kelamcıların ilgilenmediği bir başka safhaya taşır, onun kalpten sonra nefiste de oluşmasını hakîkat olarak görür ve üzerine bina edilen imana "hakikî iman" ismini verir.
İmâm-ı Rabbânî, iman-amel münasebeti bakımından ibadetleri terk edenin dinden çıkmayacağını ifade ederken ibadetlerin değersizliğini değil, imanın değerini ortaya koymayı hedefler. Allah'la yapılan iman sözleşmesinin ana maddesinin kabul ve iz'an oluşuna dair vurguyla, tasavvufî bakış açısını yansıtır. İbadetlerin faydasından çok küfür ve bid'atin zararına dikkat çekerek zararı defetmeyi fayda celp etmeye tercih ettiğini gösterir. Sadece iman isminin kime ait olduğu ile ilgilenmekten öte imanın korunmasına dair vurgu ile birlikte kuru bir inançtan çok canlı bir dinî hayatı tercih ettiğini ortaya koyar.