Ergür Altan şiiri dendi mi ilk akla gelen şey, dışlanmışların, ezilmişlerin, itilmişlerin, emekçilerin, kadınların, fahişelerin, sokak çocuklarının, LGBTİQ+ bireylerin yanında saf tutması ve bunu eşine ender rastlanan bir dilsel olgunluk ve bütün hiyerarşileri kırmış bir dilsel yataylık içinde şiire taşıması…
Altan, sistemin konfor alanlarından çok uzağında, ötekilerin trajedisiyle dünyayı anlamlandırırken, uzlaşmaz muhalif dilin sınırlarını alabildiğine genişletiyor. Bu, onun sahiciliğinin de gizemi olsa gerek. O kadar içten, o kadar tarafgir, o kadar sevgili ve o kadar çocuksu ki, bu yüzden sosyal medyada yazdığı her şey on binlerce, yüzbinlerce insana ulaşıp elden ele yayılıyor.
Dışlanmışların, kıyıda kalmışların kayıt dışı yaşanmışlıklarını, sinema filmi çeker gibi alacakaranlık bir kozmosta şiirleştiriyor Altan. Onun dizeleri, loş ve kanayan, kanadıkça saran imgelerle yüklü. İncitilmiş Kadınların Şiir Defteri'nde ana tema kadına yönelik şiddetin en sert görüngüleri ve kadınların canhıraş isyanı olsa da aslında bütün ötekilere ses veriyor. Bir erkek şairin, kadınlar dünyasının ayrıntılarına bu derece nüfuz ederek bu şiirlere ulaşması şaşırtıcı. Bu bakımdan kendi cinsiyetini de öldüren bir şiir onun şiiri.
Canlı bir dil, farklı bir şiirle karşı karşıyayız.