Gerek ulus-devletler düzeyinde gerekse uluslararası alanda yaşanan birçok gelişme, çağımızı krizler çağı olarak niteleyenleri haklı çıkaracak bir dizi veriyi bizlere sunmaktadır. Ekonomiden hukuka, bilimden sanata, politikadan etik ve ekolojik sorunlara değin modern politik toplumların yüzleştiği ve her alanda biriken sorunlar, günümüzde modern insanı ve toplumları adeta bir çaresizlik halesiyle çevirmektedir. Tüm bu yaşananlar, yeni ilkeleri, değerleri, kurumları ve bunların alternatiflerini de kaçınılmaz olarak gündeme getirmektedir.
Antik dönemlerden bu yana kriz anlarında insanlar ve toplumlar, ister ideal ilkeler gibi aşkın bir düzeyde bulunsun isterse ete kemiğe bürünmüş insan görünümünde olsun, hep bir yol gösterici arayışında olmuşlardır. İnsan hakları, bu çerçevede, bildirgelerle ilk ortaya kondukları andan itibaren insana dair en üst etik ilkeler olarak değerlendirilmeye başlamıştır. İnsan haklarının özgürlük alanlarıyla iç içe, en üst etik ilkeler olarak değer görmesi, özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra daha da artmıştır. Yaşam hakkından toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkına, din ve vicdan özgürlüğünden adil yargılanma hakkına, eğitim hakkından barış hakkına, grev hakkından sağlıklı çevrede yaşama hakkına kadar insan yaşamını ilgilendiren her alan, adeta haklar ve özgürlükler manzumesiyle donatılmıştır. İnsan haklarının giderek genişleyen çerçevesi, modern insana geniş bir özgürlük ve güvenlik şemsiyesi sağlamakla birlikte, aynı ölçüde insan hakları ihlallerinin artmasına da yol açmaktadır.
Günümüzde insan hakları ihlallerinin artması, sadece hak ve özgürlüklerin genişlemesinden kaynaklı nicel bir sorun değildir. Toplama kamplarından mültecilerin toplu olarak tutuldukları kamplara kadar günümüzde insan hakları ihlallerinin yaşandığı istisna mekanlarının sayısı artmaktadır. G. Agamben gibi kimi düşünürlere göre "kamp" olgusu, kent varoşları gibi varyasyonları da dâhil olmak üzere, günümüzün biyosiyasal paradigmasıdır. Kimi kamu hukukçuları ve siyaset felsefecilerine göre ise günümüz anayasal demokrasilerinde dahi bir istisna hâli olan olağanüstü hâl rejimlerine terör tehdidi, kamu düzeni ve güvenliği gibi gerekçelerle sıklıkla başvurulmakta, istisna haller normal anayasal düzenlerin bir parçası haline gelmekte, hukuken istisnaî olması gereken şeyler normalleştirilmektedir. Tüm bu hukukî ve politik kargaşa içerisinde insan hakları ihlalleri kaçınılmaz olarak artmakta, hatta kimi insanlar ve insan grupları düşman ceza hukuku çerçevesinde ötekileştirilmekte, kriminalleştirilmekte, şeytanlaştırılmaktadır. Tüm bu yollarla insan türü dışında bir konuma yerleştirilip insan olarak görülmeyen bu kişi ve gruplar insan haklarının güvencelerinden yararlandırılmadıkları gibi onlara yönelik en ağır insan hakları ihlalleri de düşman ceza hukuku çerçevesinde mümkün hâle gelebilmektedir. Yaşanan tüm bu olaylar insan onuru ve insana saygı gibi insan haklarının özünü ve ortaya çıkış sebebini oluşturan etik ilkeleri doğrudan ayaklar altına almakta ve insan haklarının en ağır ihlallerine yol açmaktadır.
Antalya Bilim Üniversitesi Karşılaştırmalı Hukuk Uygulama ve Araştırma Merkezi bünyesinde, ev sahibi olarak düzenlediğimiz bu sempozyumla insan haklarının özünü ve varlık nedenini teşkil eden İnsan Onuru ve İnsana Saygı ilke ve fenomenlerini bilimsel bakış açısıyla mercek altına almayı hedefledik. Bu çerçevede felsefecilerden ceza hukukçularına, siyaset bilimcilerden kamu hukukçularına kadar geniş bir akademik perspektifle sempozyumumuzu gerçekleştirdik. Sempozyumumuzda ortaya konan fikir ve düşüncelerin insan onuru ve insana saygının temel bir değer olduğu barış içinde bir dünyanın kurulumuna katkı sağlamasını temenni ederiz.