Yakın geçmişte bir dönem, öykü yazınını 'stajyer romancı mektebi' olarak kullanma eğilimi peydahlanmıştı. Bunun elbette ki öyküye de romana da büyük zararı oldu. Öykü yazmak için oturdukları masadan elinde roman müsveddesiyle kalkanlara da rastladık, roman yazmaya niyetlenip iyi olduğunu sandıkları öyküde kanaat edenlere de. Bu bile başlı başına bir öykü konusudur (hatta belki roman).
Yılmaz Okyay ise olması gereken 'öykücü' karakteriyle çıkar karşımıza: kararlı, metnin sınırlarına hakim, dilde okuru uyanık tutan ve genelinde bilgili bir edebiyatçı. Öykülerinin her biri ustaca şekillendirilmiş, ayrıntıları hissedilen, dışarıdan bakanı yormayacak şekilde renklendirilmiş bir dünya. Karakterlerin ise sözünü bile etmeye gerek yok.
Yılmaz Okyay'ın öyküleri: "sığındığımız sakin ve güvenilir bir liman; her ne kadar azgın dalgaları içinde barındırsa da..."
Galiba Yılmaz Okyay hakkında iki satır laf edelim derken sanırım 'öykü' dediğimiz şeyi de tam anlamıyla tarif etmiş olduk.
Ülkü Tamer