Son yıllarım, özellikle de son aylarım bu ikilemle boğuşmakla geçmişti; kaderini bilmek insanı mutlu mu eder, mutsuz mu? Eğer başarılı olursam, insanlar kaderlerini değiştirebilecekleri gerçeğiyle yaşamayı becerebilecekler miydi? İnsanlık için bir kaos mu, yoksa kötü olan birçok şeyin engellenebileceği yeni bir düzen mi yaratmaktaydım? İnsanlığın bugünkü halinden mutlu olmadığını bilmeme veya varsaymama rağmen, bu gerçek ortaya çıkınca oluşacak yeni durum, cehaletin mutluluk olduğunu doğrularsa ne olacaktı? Eğer öyle olursa, korkarım, tarih sayfalarına "şeytan" olarak da geçebilirdim.
Geliştirdiği kader dekoderi prototipi sayesinde DNA kodlarıyla insanların ölüm saati de dahil olmak üzere tüm geçmiş ve geleceklerinin öğrenilebileceğini keşfeden Profesör Charles Wayner, hiç beklemediği bir anda kendi ölüm zamanını öğrenir. Yaşadığı sarsıntının ardından yapması gereken tek bir şey vardır artık: Mucidi olduğu kader dekoder prototipini güvenilir bir emanetçiye miras bırakmak ve ölümünden sonra "kader kodu"nun sağlıklı bir şekilde bilim dünyasına kazandırılmasını sağlamak...
Profesörün peşindeki örgüt ise bu prototipi, gün yüzüne çıkmadan önce ellerine geçirmek için akla hayale sığmayacak entrikalar peşindedir. Profesörün seçtiği emanetçinin bir yandan "kader kodu"nu çözmeye çalışarak zamanla girdiği yarış; bir yandan da polis, istihbarat, örgüt ve bilim dünyası ile girdikleri kovalamaca, nabzı yüksek sahneler ve ustaca işlenmiş çetrefilli kurgu eşliğinde Işıkla Gelen Kader, soluk kesen bir yolculukta okuyucusunu sayfalarına hapsedecek.