Toplumları ayakta tutan ve huzur içinde yaşamasını sağlayan en temel düsturlardan birisi adâlettir. Zira adâlet toplumsal hayatın vazgeçilmez denge unsurudur. Adâletin sağlandığı bir toplumda huzur ve güven hâkim olur ve bunun sonucunda toplum sürekli gelişerek ve güçlenerek varlığını devam ettirir. Toplumda adâlet duygusu ortadan kalkarsa orada zulüm hâkim olur, zulmün hâkim olduğu toplum ise yıkılmaya ve yok olmaya mahkûmdur. Hukukun temel amacı insanlar arasında hak ve adâleti tesis ederek toplumun varlığını, huzur ve güvenini teminat altına almaktır.
İslâm insanlar arasında meydana gelecek anlaşmazlıklarda adâleti tesis edecek, zulüm ve haksızlığı önleyecek birtakım müeyyideler koymuş, gerektiğinde bu müeyyideleri uygulamak için yargı müessesesi vücuda getirmiş ve yargı yetkisini de hâkime tevdi etmiştir. Hâkimin bu görevi yerine getirirken toplumda yaşanan bütün olayları tek başına bilmesi ve yaşanan uyuşmazlıklarda kimin haklı kimin haksız olduğunu ayırt etmesi mümkün değildir. Hasımların karşısında çekişmeyi sona erdirmek ve hakkı sahibine teslim etmek için ispat görevini yürüten hâkim birtakım delillerden hareket eder. Bu delillerin en kuvvetlisi ikrardan sonra şahitliktir. Zira şahitlik tesirini bütün insanlar hakkında gösteren bir delildir. Ancak mahkemede bir olay veya hak konusunda beyanda bulunan şahit başkaları tarafından yanıltıldığı veya bile bile yalancı şahitlik yaptığı için pişman olarak şahitliğinden dönebilir. İslâm'da yalancı şahitlikten dönülmesi teşvik edilmekle birlikte şahitlikten dönen kimse önceki şahitliği ile bir hakkın zayi olmasına sebep olmuş ise bundan dolayı birtakım müeyyidelerle karşı karşıya kalabilir. Elinizdeki bu kitap, İslâm muhâkeme hukukunda şahitliğin önemi, şartları ve şahidin şahitlikten dönmesinin aleyhine ne gibi sonuçlar doğuracağı meselesini ele almaktadır.