Hayatı, İslam ve sosyalizm kelimeleriyle özetlenebilen Mahmut Taha, hem bir entelektüel hem de barışsever bir dava insanı olarak idamından yaklaşık yirmi beş yıl sonra yalnızlığa terk edilmiş gibidir. İslam'ın sadece resmileşmiş ana akımını muhatap alıp, bunun dışındaki yaklaşımları yok sayan gayri entelektüel yaklaşım, ne kadar derin olursa olsun bu tür farklılıkları görmezden gelir ve bu yolla kendi hakikatinin bir yüzünden de kaçmış olur, bilmeden. Mahmut Taha'nın öne sürdüğü tezler, içinden geldiği dünya açısından sarsıcıdır; ancak onu güçlü kılan şey politik ve toplumsal önermelerinin yanı sıra, bunları geliştirirken ortaya koyduğu yöntemdir. Gerçek bir ütopyacıdır o ama geçmişi hor gören bir fütürist değildir; bu yüzden, en yeni sözün bile aslında eskiden söylenmiş olduğunun farkındadır. Muradı, o kadim sözlerin üzerindeki tozları silkelemek ve ütopyayı, geçmişin "altın çağı" içinden çekip bugünün ışığına çıkarmaktır. Hakikatin meşalesini taşıyan her fikir süvarisinin yolu ister istemez yoksulların ve ezilenlerin arasından geçer. Herkesin eşit yaşadığı ve "birliğe" erdiği bir şafağın izlerini arar. Bunun için bir düzen tarif ederken, İslam'ın özündeki eşitliğin karşılığı olarak sosyalizme gelinmesi bir tesadüf veya keyfi bir tercih değildir. İslam'ın kendine özgü bir ekonomik sistemi yoktur, sadece birtakım ekonomik kuralları vardır: zekat, fitre, sadaka... Bu kurallar, köleci sistemde, feodal sistemde ve kapitalist sistemde çok az farklılıklar göstererek devam etmiştir. Bu sistemlerin özüne dair her tartışma ise ortodoks gelenekler arasında hoşnutsuzlukla karşılanmış, buna teşebbüs edenler meşruiyet alanının dışına itilmiştir. Mesela en büyük ekonomik yasak olan "faiz" bile şer'i muameleden geçirilerek bugün "kar payı" haline getirilmiştir. Mahmut Taha'nın İslam anlayışında, ekonomik kurallara değil, düzenin özüne, sistemin kalbine dair bir tartışma yer alır. Bu yüzden kapitalizmi kesin biçimde aşan bir hülyaya sarılır ve Seyyid Kutub gibi alimlere sirayet eden Keynesçi kapitalizm anlayışına yüz vermeden, mutlak eşitliği vaaz eder. Onun dilinde toplumsal eşitlik ve bireysel özgürlüğün insanlığın nihai hedefi olması, üzerinde yer aldığı toprakta yarılmalara yol açarken, dinin geleneksel sınıf tercihini kökten değiştirir. Ona göre demokrasi, sosyalizmle birlikte, uygarlığın iki kanadından biridir. Toplum tek kanatla uçamaz. "Diktatörlüğün aksine demokrasi yanlış yapma hakkına dayanır" diyebilecek kadar özgüvenle konuşur.