20. yüzyılın başlarından itibaren hâkimiyet alanlarını kaybeden Müslümanlar hayatın birçok alanında gerileme yaşamıştır. Keyfiyetini ve kimliğini kaybederek Batılılaşan bir kitlenin Müslümanlığı da tartışmaya açıktır. Bu tartışma yapılıp neticesine göre itikadi bir tecdit yaşamadan öze dönüş ve yeniden İslâmi kimliği kazanmak mümkün değildir.
Müslümanlar hâkimiyet alanlarını kaybedip siyasetteki etkinlikleri yok olunca, emniyet alanlarının tamamını yitirdiler. Din emniyetinin olmayışı mal ve namus emniyetinin yok oluşunu doğurduğu gibi, mal, akıl ve namus emniyetinin yokluğu da din emniyetini ortadan kaldırmıştır. Birisi olmadan diğeri olmuyor. Siyasi etkinliğin önemi ortada iken Müslümanlara ruhban ahlakını empoze edip onları yönetim bilincinden soğutarak dünya sisteminin bir dişlisi hâline getirmek en hafif şekliyle İslâm'a ihanettir. Çünkü İslâm toplumları yönetimdeki hâkimiyetlerinin sona ermesiyle beraber hayatın öznesi olmaktan çıkmıştır. İş hayatlarından tutun da aile hayatlarına kadar edilgen hâle gelmişlerdir. Artık Batılılar gibi giyiniyorlar, onlar gibi eğlenip din dışı bir hayatı tercih edebiliyorlar.