Sovyetler Birliği'nin çökmesi ile uluslararası sistemin yapısında meydana gelen yapısal dönüşüm, devletlerin dış politika stratejilerini de doğrudan etkilemiştir. Soğuk Savaş döneminde ülkelerin güvenlik kaygıları ve tehdit algıları büyük ölçüde ideolojik sınırlar çerçevesinde belirlendiği için, dış politika seçenekleri de buna uygun olarak şekillenmiştir. 1948'de bağımsızlığını ilan eden ve ABD'nin desteğiyle sürekli olarak topraklarını genişleten İsrail, Soğuk Savaş döneminde Batı ittifakının bir parçasıydı ve bu nedenle de Doğu Bloku'nun lideri SSCB ile sorunlu bir ilişkisi bulunmaktaydı. Bu dönemde iki ülke ilişkilerindeki en önemli dönüm noktası, İsrail'in topraklarını dört kat genişlettiği 1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan (Altı Gün Savaşı) sonra Moskova'nın Tel Aviv ile tüm diplomatik ilişkilerini kesmesidir. Bu tarihten 1990'ların başlarına kadar İsrail'in gayri resmi bir takım girişimleri dışında bölge ile herhangi bir irtibatı kalmamıştır. Bu nedenle 1990'ların başlarında Sovyet coğrafyası, birçok ülke gibi İsrail için de bilinmeyenle doluydu. Ancak İsrail izlediği etkin politika ile kısa sürede Orta Asya (Türkistan) Türk Cumhuriyetleri ile çok yönlü ilişki kurabilmiştir.
Türk Cumhuriyetleri ile yakın ilişki kurarak İsrail; yeni enerji kaynaklarına ulaşmayı, BM'de ve diğer uluslararası kuruluşlarda destek alabileceği yeni ülkeler kazanmayı, kendisini çevreleyen "Arap Denizi"nin ötesinde ortaklık kurabileceği yeni ülkelerle iletişim kurmayı ve bu ülkelerdeki Arap ve İran etkisini azaltmayı hedeflemiştir. Bununla birlikte Filistin Sorunu'nda Türk Cumhuriyetlerini bütünüyle yanına çekemese de en azından bu ülkelerin "tarafsız" kalmalarını sağlamak da Tel Aviv'in bölge politikasını şekillendiren unsurlar arasındadır.