Sıradan bir gün gibi başlamıştı. Zaten ne olursa böyle günlerde olur. Öyle bir şey olur ki, hayatın çıldırtıcı tekdüzeliğini mumla aratır.
Erdem bir sonbahar akşamı çocukluğundan beri ona yasak olan eve döndüğünde planı belliydi. Geçmişin hesaplaşmalarını bir kenara bırakıp artık bu evde yaşayacaktı. Oysa evde ilk defa tanışacağı hasta kız kardeşini ve birinin hayatını altüst edip, hiçbir şey olmamış gibi gidemeyeceğini hesaba katmamıştı…
Çağıl Yaman ikinci romanında, iki kayıp ruhun karşılaşmasını, geçmiş ile bugün arasında gizemli bir hikâyede buluşturuyor.
Ben, koyu renk cilası atmış merdivenlerin arasından süzülen bir hayaletim. Karınca kadar sessiz adımlarla her yeri dolaşırım. Beni kimse görmez, kimse duymaz, kimse düşünmez. Beni, benim dışımda kimse bilmez. Tam da bu yüzden hatırladığım her şeyi bu deftere dökmeye karar verdim. Hayalet olarak gördüklerimi asla unutmamak için... Çünkü eninde sonunda yaşamaya başlayacağım. Çevreme ördüğüm bu hastalıklı kabuktan çıkıp iltihaplı bir irin gibi yayılacağım. Değdiğim her şeye bulaşacağım. Zehir olacağım, kendime değil, başkalarına... Sessizce sürünen bir engerekmişim gibi benden çekinecekler. Ben yaşarsam özgür olacağım.