Kurtuluş Savaşı'nın ihmal edilmiş cephelerinden biri de İstanbul değil midir?
Esir İstanbul'da, galip devletlerin baskısı altında isyan etmek nasıl bir cesaret gerektiriyordu acaba? Ezici kuvvet sahibi bir otoriteye karşı gizlice mücadele etmek az şey midir?
Casuslar, türlü tuzaklar ve tehlikeler içinde Kuvayımilliyeci olmak ne tür fedakârlıklar gerektiriyordu?
Bundan 100 yıl önce bu soruların cevapları İstanbul'un isimsiz kahramanları tarafından verildi.
Ucunda idam cezası bulunmasına karşın süngülü nöbetçilerin beklediği depolardan cephane sandıklarını aşırdılar. Türk milletinin olan savaş malzemelerini, kutsal bir kaçakçılık teşkilatıyla Anadolu'da bağımsızlık savaşı veren Türk Ordusu'na yetiştirdiler. Düşman karargâhına sızıp en gizli bilgileri almayı denediler. Üstelik sadece erkekler değil, kadınlar da bu faaliyetlerde bulunmanın gururunu yaşadı.
Karakol Cemiyeti'ne gizlice girip yemin edenler, Milli Savunma teşkilatlarına yürekten katılanlar, Hamza/Felah gibi gizli askerî teşkilatlarda aşkla görev yapanlar, M. M. ile karşı istihbarat için yanıp tutuşanlar, Muaveneti Bahriye içinde değme casusluk filmlerine taş çıkaracak numaraları gerçek hayatta sergileyen vatanseverler, Çılgın Türkler değil midir?
Aradan bunca yıl geçti, onların anıları silindi gitti. İstanbul'un işgalden kurtuluşunun 100. yılını karşılamak ise bizim neslimize kısmet oldu. Şimdi bize düşen, o fedakâr kuşağın aziz hatırasına sahip çıkmak değil midir? Onların hikâyesini bilmek, geleceğe aktarmak az şey midir?