Âkif, bir yıkım dönemi aydını. Daha beş yaşında, dünyayı yeni tanımaya başlarken Osmanlı-Rus Harbi ortamını yaşamak zorunda kaldı. Doksanüç Harbi denen o netameli günlerde, Rus orduları İstanbul önlerine geldi. Yemen, Balkanlar, Kafkaslar sürekli kaynıyordu. Darbeler gördü. Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları yüreğini kavurdu. Bunlar, babasının ölümü, evlerinin yanmasından daha sarsıcı idi. Felaketlerin ardı kesilmiyordu. Orta yaşların
huzurunu duymadan kendini, Birinci Dünya Harbi yangını içinde buldu. Asker değildi. Ama o kalemiyle, mesleğiyle, bedeniyle elini taşın altına koydu. Harp içinde bir taraftan Necit çölünü, diğer yandan Berlin'i arşınladı. Birinci Dünya Harbi'nde her şeyi kaybettik. Cihan devleti üzerimize çöktü. İstanbul başta olmak üzere vatan işgal edildi. Âkif, artık yeni bir mücadelenin, İstiklâl Harbi'nin içinde idi. Anadolu şehir, köy ve kasabalarında milleti yeni diriliş mücadelesine katılmaya davet etti.
Âkif'in hayatını, onu kuşatan ortamı görmeden ele almak mümkün değil. O, devletin yıkılışını, vatanın işgalini, değerler ve kültürde çöküşü yaşadığı halde özünden savrulup giden, işgalcilerin aleti olan okumuşlar gibi savrulmadı. Zor zamanların bir model insanı oldu. Ama savrulanların hışmına uğradı. Millî mutabakat metni olan İstiklâl Marşı'nı defalarca değiştirme teşebbüsüne ölmeden şahit oldu. Bir millî şair için yıkım mertebesinde olan gelişmeler bu eserde belgeleri ile birlikte yer almaktadır. Zorunlu kültürel değişimin millet hayatındaki yıkıma bir örnek ve toparlanışa işaret olması açısından sürecin öğrenilmesi yararlı olacaktır.