Yaşam kaynaklarına ulaşmak için sürüler halinde koşuşurken, insana özgü varoluş diyalektiğinin ilk sarmalı tarihin içinden geçip, sürü yaşamının türevi sermaye ideolojisinde gözünü aralayan iki ayaklı memeli, savaş endüstrisini, Yüzyılın ilk yarısı bitmeden, akıllara zarar teknolojisiyle, kitleler halinde insanları ve şeyleri yok edebilen dev bir katil makineye dönüştürmeyi başardı ve tabi, birazını da insanlığa tattırdı.
Geçmişte, devrimler için bile vazgeçilmez kabul edilen, insanlığın hem en güçlü, aynı zamanda en zayıf tarafı savaş endüstrisi, şimdi, adı 'işe yaramamak' olan öldürücü bir hastalıkla karşı karşıya: Tıpkı sütü kesilen inek ya da kocamış fahişe veya zarar eden işletme gibi astarı yüzünden pahalı gelmeye başlayan savaş endüstrisi de, çoktan, ona sahip olanları kemirmeye başladı.
Ortaçağ tıbbının bile gerisine düşen kocakarı kafasıyla hala kıtlığı yönetmeye çalışan ekonomi, nihayet sınıflı topluma özgü (kıt) tanımını aşıp bolluğu yönetmeye odaklanabilir nihai tanımına ulaşıp ancak bilim olmayı başarabilir.
İşte o gün tüm işgücünü çalıştırabilecek ve nihayet emtiadan gerekeni gerektiği kadar tam kalitesinde tüketebilecek olan muzaffer insanlık, küçük küreyi tek bir sloganla inletebilir: Karada ölüm yok!