Erkeklerin oluşturduğu hâkim kültürün kadına bakış açısı oldukça problemlidir. Bu bakış açısına göre kadın; şehvet ateşiyle yanıp tutuşan, bu ateşi söndürmek için hiçbir ahlaki ölçütü dikkate almayan ve erkekleri baştan çıkarabilmek için sürekli kuyruk sallayan bir varlıktır. İpi gevşek bırakıldığında sapması kesin olan bu varlık, âdeta şeytanın yeryüzündeki temsilcisi hatta ta kendisidir. Zihni sadece fitne fücur işlere çalışan, neredeyse tüm kötülüklerin kaynağı olan kadının, yalnız bırakıldığında kendisine ve çevresine zarar verme ihtimali yüksek olan bir çocuk misali, bir an bile yalnız bırakılmaması, sürekli gözetim ve denetim altında tutulması ve en ufak bir hatasında gözünün yaşına bakılmadan her türlü şiddetin uygulanması gerekmektedir. Sırtından sopanın karnından sıpanın eksik edilmemesi gereken kadını yola getirmenin ve itaat ettirmenin biricik yolunun dayaktan geçtiğine inanan erkek aklı, gerçeklikle bağını kopardığından ve empati becerisini kaybettiğinden kadının da bir onurunun olduğunu, üstelik bu onurun en az kendisininki kadar değerli olduğunu, dayağın ise son derece aşağılayıcı ve onur kırıcı bir şey olduğunu düşünememektedir. Bu düşüncesizliğin birbirleriyle hiçbir coğrafi ve kültürel bağı olmayan pek çok toplumun atasözlerine yansıması, kadına dayak konusunda erkeklerin bakış açısının dünya genelinde hemen hemen aynı olduğunu göstermektedir. Kadının akıl fukarası olarak tanımlandığı bu atasözlerinde kadına dayak atılması yemek yemek, su içmek, uyumak gibi günlük yaşamın sıradan bir rutini olarak gösterilmekte, daha da ötesi, kadının kocasına derinden bağlanabilmesi için gerekli bir uygulama olarak savunulmakta hatta teşvik edilmektedir.
Kadına Yönelik Şiddetin Kültürel Temelleri isimli bu kitapta kültürün davranışlarımız üzerinde ne kadar büyük bir etkiye sahip olduğu vurgulandıktan sonra dünyanın değişik kültürlerinden toplanan atasözlerinden, fıkralardan ve mitlerden hareketle kültürün kadına yönelik şiddeti nasıl beslediği ve meşrulaştırdığı gösterilmeye çalışılmaktadır.