İhanete uğramış dengbejler, kendini yakan İbrahimler, Havva'nın verdiği elmayı kibarca geri çeviren Ademler, at hırsızları, sabah ezanları, gelmeyen babalar, masumiyeti bir hançer gibi kullanan genç kızlar... Kürşat Çelik okurunu tepetaklak olmuş bir dünyada kelimelerin, olayların, karakterlerin, gerçekte de gündelik hayatımızı ören o derin gerilimlerin dövüştüğü bir boks ringine çağırıyor. Üstelik yumruklaşacağımız kişi bir başkası değil, karşımızdaki yine biziz! Kendimizden kaçıyoruz, korkuyla hangi köşeyi dönsek bizi orada yine kendimiz karşılıyor! Kendimizi arıyoruz, nefes nefese kendimizin peşinden koşuyoruz, tam ensesinden yakalayacakken daracık bir ara sokağa sapıp bizi atlatıveriyor! Hasılı; gerçek yahut kurmaca, Çelik'e göre "gölgesi kendisinden büyük" karakterler olarak o kara hikâyeyi -bizzat içinde yaşayarak- hiç durmaksızın yazıyor, bozuyor, sonra baştan yazıyoruz...