"İstanbul, Batı'yla Doğu'nun sözcüğüm tam anlamıyla buluştuğu yer, bir kavuşma noktası, bir kavşak. Aynı zamanda coğrafyanın yamanmaz biçimde yırtıldığı, sürekliliğin çatladığı uğrak, kımıl kımıl bir kırık. Tam iki anakaranın, Asya'yla Avrupa'nın buluştuğu tek kent: Boğaz'ın yardığı, Haliç'in şişlediği, Karadeniz'in, Marmara'nın okşadığı. Debbağ'ın sevdiği deriye yaptığı gibi, doğa ana burayı döverek, severek dünyanın en hayret verici yerlerinden biri haline getirmiş. İnsanların binyıllardır burada takılıyor oluşuna şaşmamak gerek.
Bir yandan İstanbul'dan gitti gidecek olmakta ısrar edip öte yandan da hiçbir yere gitmediğinizde, gerçek bir İstanbullu olup çıktığınız söylenir. Buraya herkes bir yerden gelir, evet, ama orası hiçbir zaman İstanbul değildir. Bu klişeler ola ki İstanbul'un hem iten hem çeken doğasına, bu doğanın estetik, ekonomik, mistik, son çözümde açıklanamaz çekiciliğine, kendine ait olanı yok etme ya da dışına itme eğilimine örnek oluştururlar. Hem aşka hem de nefrete ilişkin bir kenttir İstanbul; tutkuların kabardığı ve yere kat kat artarak indiği bir kent.
Kara İstanbul'a hoş geldiniz: ayakkabılarınızı, düğüm düğüm beklentilerinizi kapıda bırakın. Buyurun, girin."