Kim bilir belki de yazarlar Gogol'un Palto'sundan çıkmamışlardı da Şeytan'ın boynuzlarından düşmüşlerdi. Belki de Dostoyevski o büyülü şeytanlarının gerçek ilhamını gizlemek istemişti. Hem ne de olsa, her yüzyılın olduğu gibi 19. yüzyılın da kendi şeytanları vardı: fabrika bacalarının sisle örttüğü kentlerde cirit atan, insanı yitik cennetler, sonsuz düşüşler için ayartan şeytanları. Anlatılan her şey Dante'nin Cehennemi kadar renkli ve parıltılıydı, Milton'ın Şeytan'ı kadar cezbedici…
Müslüm Yücel, bu kapsamlı çalışmasında, sadece 19. yüzyılla sınırlı kalmayıp, tabir-i caizse başa dönerek, yani kutsal kitaplardan 21. yüzyıl metinlerine kadar uzanan geniş bir tarihsel hatta mekik dokuyarak Şeytan'ın izlerini sürüyor. Tabii sadece dini metinlerin üretip dolaşıma soktuğu Şeytan imgelerini değil, edebiyatın da Şeytan imgelerini mercek altına alıyor. Şeytan'ın "ayak izlerini" sürme süreci bazen arkeolojik ve antropolojik bir stratejiyle paralel olarak yol alıyor. Ama her durumda menzilini edebiyatla sınırlayan bir tutumu var Müslüm Yücel'in. Sabırla, iğneyle kuyu kazar gibi Şeytan'ın fotoğrafı çekiliyor bu kitapta ve okura yalnızca Şeytan'ın bildiği bir sır veriliyor: "Şeytani olan hiçbir şey edebiyata yabancı değil."