Yere düşüp dağılan tespih taneleri gibi dağıldık. Kimi gurbet elini mesken tuttu; kimi de doğduğu toprağa kök saldı. Rüzgarına kapıldık hayatın, unuttuk dostu, arkadaşı, yareni. Yıllar geçip gitmiş, bizden çok şeyler alıp götürmüştü. Biz de doğup büyüdüğümüz o yerleri; terk etmiştik istemeden… Yeni hayatlar kurulmuştu yıllar içinde. Kimimiz baba, kimimiz anne; kimimiz dede, kimimiz nene olmuştuk artık. Eskisi gibi durmuyor, eskisi gibi görmüyorduk .Dünyada olup bitene; gözlük camının arkasından bakıyorduk.
Gün geldi birbirimizi bulduk. Sarıldık hasretle, bir daha ayrılmayalım diye. Hepimiz birbirimizden alacaklıydık artık. Aynı sofrada buluşmuştuk. Ne de çok özlemişiz birbirimizi… 40 yıl sonra birbirimizi bulmuşken, geçmişe götürdü bizi mazimiz. Bir köy evinde toplanıp, yanan tezek sobasının etrafında çaylarımızı yudumlarken, bir yandan da anılarımızı konuşuyorduk. Ne çok anı biriktirmişiz, ne çok acılarımız olmuş. Mutluluğumuz kısa zamanlara sıkışmış. O günlere dönmek artık imkânsız…
Yıllar bir uçurtmanın kanadına takılıp gitmişti. O günleri büyük bir özlemle anıyor olmamızın sebebi; iyi niyetli, saf ve tertemiz duygularla dolu olmamızdı.
Biz çocukluğumuzu, bütün oyunları, güzel şeyleri, hatta acıları bile bölüşerek yaşamışız.
İşte bu kitap; böylesi güzel bir arkadaşlığın öyküleri aratmayacak güzellikte olan yaşanmışlıklarını anlatabilmek için yazılmalıydı. Bazen dram, bazen kara mizah, bazen de bitmesini istemediğimiz, soluk soluğa yaşadığımız anılar paylaşılmalıydı. Biz hayatı; kıyısında yaşayanlardanız. Biz yoksulluğa, acıya gülenleriz. Biz mutluluğu kardeşçe paylaşanlardanız. Biz karlar diyarının çocuklarıyız.
Muhlis Şutanrıkulu