"Eğer gönülden geçeni söylemek suç sayılıyorsa, o zaman şair neyi terennüm edecek? Bu, sanatkârı kendi şahsî hürriyetinden mahrum etmek değil midir? Ne yapmak gerek? Aç olduğum hâlde tokum, haksızlığı da hak diye yazmam mı lâzım? Bunun nesi sanat! Bu, sanatkâr için huzur değil, sadece işkence sayılabilir! Sanatkârı, sanattan mahrum etmekten başka bir şey değildir. Kendi gözümle gördüğüm haksızlık ve adaletsizlikleri yazmak imkânım yoksa, hiç değilse Tanrı'nın yarattığı tabiî güzellikleri, tabiattaki kuşların ve diğer hayvanların güzelliğini terennüm ederek teselli bulamayacaksam, böyle bir şairliğin kime ne gereği var, demezler mi? Yani kendi sevdiğin, kendi zevk aldığın, kendi hakikat saydığın şeyleri değil, sadece başkalarının hoşuna gidecek şeyleri terennüm etmen gerekiyor. Hayata kendi gözünle değil, başkalarının gözüyle bakman gerekiyor. Ancak o zaman eserlerin ideolojik ve halkçı sayılır, övgüye lâyık görülür. Ancak o zaman ödüller de, makam ve mevkiler de senindir; meclislerin aranan kişisi olur ve baş tacı edilirsin. Ancak o zaman seni başka ülkelere güvenerek gönderirler. Aksi hâlde başın tenkitten kurtulmaz, yazdığın eserler basılmaz, sen de daima gözaltında yaşarsın."