Yediden yetmişe ailem, arkadaşlarım ve dostlarım eski para, renkli cam kırıkları, boncuk, renkli pişmiş toprak parçacıkları gibi tarihi antika gibi ne bulurlarsa, ister bedava, ister para ile, kesinlikle kaçırmadan alıp bana gönderirler veya kendileri getirirlerdi. Eski şeylere olan aşırı merakımdan ötürü çoğu zaman küçük yeğenlerim bile cadde kenarlarından topladıkları siyah - beyaz çakıl taşlarla ceplerini doldurup bana getirirler ve ben de bu taşları ellerinden aldığım için çok sevinirlerdi.
Bir gün köydeki akrabalardan biri béri yerinde buldukları siyaha çalar koyu kahve renkli bir kehribar boncuğunu bana göndermişti. Boncuk müthiş bir şeydi benim için. Boncuk, elbette ki nadideliğini reçinenin özünden, renginden almıyordu. Onu güzelleştiren, kıymetlendiren zamanın ona verdiği biçimdi.
Boncuktaki aşınma şekli, zamanında birçok kadını süslediğini gösteriyordu. Boyunlarda çok gidip geldiği anlaşılan boncuğun aşınma şeklinden boncuk dizesinin orta boncuğu olduğu ilk bakışta anlaşılıyordu. Çünkü boncuğun üst tarafı incelmiş, alt tarafı yani aşağıya sarkan taraf hiç aşınmamış, kalınlığından hiçbir şey kaybetmemişti. İpte hiç dönmediği için de deliği uzunlamasına aşınmış, gide gele, aşına aşına üçgen muska şeklini almıştı. Boncuğu parmaklarımla evirip çevirdim. Avucuma koyup defalarca ve uzun uzadıya aşınan yerlere baktım.