Bir şehre niye gidilir? Gezdiğimiz, gördüğümüz şehirlerde nedir aradığımız? Bazı şehirler kanımıza karışır, bir parçamız olur, kendimizi buluruz sokaklarında dolaşırken. "İnsan, aradığıdır." diyor Hz. Mevlânâ. Biz de gezdiğimiz şehirlerde kendi ruh şehrimizi arıyoruz belki de.
Gezdiğim şehirlerde o şehri bilen yol arkadaşlarım rehberlik etti bana. Şehrin künhüne vâkıf olabilmek için neyi arayacağımı ve nasıl görebileceğimi bilge yol arkadaşlarımdan öğrendim. Hani eskiler derlerdi ya "Evvel refik, bâdel tarik."
Büyük kâşiflerin yüreklerinde hissettikleri heyecanı hissettim her çıktığım yolculukta. Dilini, sesini, rengini, mazisini, efsanesini, tarihe tanıklığını, binlerce yıllık ruhaniyetini merak ettim o güzel şehirlerin. Taşlara sinmiş seslere kulak verdim, çeşmelerin sulara öğrettiği şarkıları dinledim. Yaz sıcağında bir mabedin serin gölgesinde aradım ruhumdaki şehrin kapılarını.
"Bilmiyor muyuz ki bir medeniyet, her şeyden evvel derin maziden gelen bir kültür yığılması, bir kültür toplanmasıdır. Bu yığılmanın başında şehir ve mimarî eserleri gelir. Çünkü nesilleri asıl terbiye eden onlardır. Her mimarlık eseri bulunduğu şehrin hayatını bir ev tanrısı gibi farkına vardırmadan idare eder. Onların kalabalığı ruhumuzda öyle bir konser yapar ki, ömrümüzde bir kere olsun onu dinlemek fırsatını bulursak, bir daha kaybetmemek şartıyla kendimizi bulmuş oluruz." Ahmet Hamdi Tanpınar'ın şehirlere yüklediği bu derin anlamı kavrayabilmem için o şehirlerin terbiyesinden geçmem gerekiyordu. Ancak o zaman kendimi bulabilecektim. Ancak o zaman kendini arayan şehirlere duyurabilecektim sesimi.
Şehrin hafıza mekânlarını aradım seyahatlerimde. Şehrin hafızası ne kadar diriyse şehirlinin de hafızası o kadar canlıdır. Bilinmelidir ki şehirle şehirlinin ilişkisi mekânlardan vareste değildir. Şehrin dünüyle bugününü bir köprü gibi birleştiren mekânları korumanın toplumsal hafızayı korumakla eş değer olduğunu herkesin anlamasını istedim.