Günümüzde riskler kentlerde daha belirgin bir hale gelmekte ve belirsizlikler artmaktadır. Risk toplumlarında belirsizliklerin artmasının bir sonucu olarak güven kavramının önemini ortaya çıkarmaktadır. Risk toplumlarında özellikle kentlerde salgınlar, birey/ kamuya yönelik saldırılar, hastalık, kaza ve terörizm gibi risklerin güvence altına alınması giderek zorlaşmaktadır. Bu durum toplumlarda özellikle kent yaşamının pratiklerine dair kaygıları arttırmakta ve korku kültürünü ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Güvenlik ise, insan yaşamının en temel ihtiyaçlarındandır. Güvenli ve huzurlu bir hayat sürebilmek her bireyin hakkıdır ve bireyler devletlerden bu güvenliğin sağlamasını talep edebilir. Kişi ancak kendini güvende hissettiği yerde huzurlu ve mutlu olmaktadır. Fakat insanların bireysel güvenliğinin dışında önemli olan bir konu da kişinin bireysel güvenliğini doğrudan etkileyen çevresel faktörler, yani kişinin yaşamını devam ettirdiği alanın güvenliğidir. Söz konusu yasam çevresi ise, kentlerdir. Dolayısıyla kentlerde güvenli yaşam çevrelerinin oluşması yaşanabilir, sağlıklı, huzurlu ve geleceğe güvenle bakan insan profilin en önemli ihtiyacıdır.
Kentler, suçların oluştuğu mekândan ziyade potansiyel risk ve korku kültürünün giderek yaygınlaştığı bir ortam olduğu söylenebilir. Dolayısıyla, kentlerdeki her türlü risk (salgın hastalıklar, şiddet, tecavüz, su kirliliği, nükleer enerji vb.) kentte yaşayan insanlar üzerinde korku kültürünün giderek hâkim olmasına neden olmaktadır. Bu kitap, korku kültürünün oluşmasında kentlerin taşıdığı önem, kent yaşamının korku kültürüne etkisi, tarihsel süreçte kent, kentleşme, kent kültürü ve değişimi ele alınmıştır. Modernleşme ve küreselleşmenin bir sonucu olarak kentlerde tehlikelerin, belirsizliklerin yoğun yaşanmasına paralel olarak kentte yaşayan bireyler açısından güven duygusunun kaybın ve gözetlemenin sosyolojik yönüne vurgu yapılmıştır.