Kentlerde var olan sınırlar mimari açıdan sokaklar yahut başka kentsel ayrıntılar olabilir; sosyolojik açıdan ise bu sınırlar sosyo-ekonomik seviyede, etnik ve kültürel farklılıklarda karşımıza çıkar. Bu farklar Osmanlı kent deneyimi boyunca geçirgen olmuştur ve azalarak bile olsa hala geçirgenliğini muhafazaya eğilimlidir. Mahalle bu geçirgenliğin ana kaynağı, temel besleyicisidir. Toplumsal çatışmaların önüne geçilebilmesi için mahallenin bu dayanışmacı özelliklerinden yararlanmak imkânı varken, kentsel dönüşüm projeleri çerçevesinde mahallenin doğal dokusunun zedelenmesi, mahallelerin tek sınıflı kapalı yerleşmelere dönüştürülmesi mevcut ekonomik/sınıfsal ya da etnik gerilimlerin çatışma yaratma potansiyelini artırmakta, farklılıkları birer dışla(n)ma nedeni haline getirmektedir. Kentsel yenileme uygulamaları kapsamında, belirli bölge ve mahallelerin tamamen boşaltılması, buralarda yaşayanların şehir dışındaki görece ucuz/ama gidenler açısından yine de pahalı sosyal konut alanlarına gönderilmesi, ekonomik, kültürel, siyasal, mekânsal ve bunların bir araya gelmesi halinde oluşan bütünsel toplumsal dışlanma sendromunun doğmasına neden olabilir. Bu kitapta, İslam ve kent ilişkisi, somut olan ve olmayan kültürel mirasın korunması, kentsel yenileme, ayrışma, gettolaşma, kentsel yoksulluk, sınıf-altı olma, çöküntü söylemleri, soylulaştırma, kent hakkı, kentsel adalet gibi bazı temel kavramların Tarihi Yarımada bağlamında neye karşılık geldiğini göstermeye çalışıyorum. Velhasıl, buradaki metinler, Batı'da bir süredir tartışılmakta olan meselelerin, kültürel mirasın korunması ve yoksullukla mücadele bağlamında nasıl anlaşılması ve yorumlanması gerektiğine dairdir.