Ahlat ağacının gövdesine yaslanıp uyuklayan çocukluğumu seyrediyorum. Kalkıp onun yerine oturuyor, bu sefer ağacın gövdesine ben yaslanıyorum. Kravatımı hafifçe gevşetiyor, elimdeki dosyayı toprağın üzerine usulca bırakıyor ve kaplumbağanın otların arasından çıkmasını bekliyorum. Ama artık çıkıp gelmiyorum. Zaten gelmeyeceğini bildiğim için burada değil miyim? Belki bir biyoloğum, belki bir gazeteci. Ama her şeyi bir hikâyeci olarak anlamak ve anlatmak istiyorum. Çünkü bu beni gerçekliğe bağlı kalma zorunluluğundan başka, gerçeğin vereceği acılardan da koruyor. Hikâyeci olmak her zaman böyle bir şey değildir ama. Bazen kendi acılarını, kendi gerçeklerini hikâye anlatarak hafifletebilirsin. Bu doğrudur. Ama bazen de başkalarının acısını anlatırken yaşamak zorunda kalabilirsin. Şimdi sen bile bu kaplumbağanın kaderini merak ediyor, ona ortak olmak istiyorsun işte.