Kitaplardan öğrenilen kentler, önce zihinde bir "hayal kent" halinde beliriyor; ama sonra, o kentlere gidildiğinde, hayaller ile örtüşmeyen görüntülerle karşılaşılıyor. Dolayısıyla bir kent, yalnızca kendi pratiğinden mi ibarettir, yoksa onun içine hep o "hayal kent"ten bir şeyler sızmakta mıdır? Yani bir kent, kendi gerçekliğini bu hayallerin dışında ifade edebilir mi? Emre Zeytinoğlu Kentin Labirenti ya da St. Louis'deki İyonik Sütun adlı incelemesinde, kente ilişkin bu soru/sorunların yanıtını irdeliyor.
"Bir kentin tarihi nasıl yazılır, söylentilerin ve tasavvurların içindeki nesnel gerçeklik paylarının damıtılıp çıkartılmasıyla mı? Eğer böyleyse (ki başka yöntem yoktur), eskiden yeniye doğru değil, tam tersi yeniden eskiye doğru yol alan bir araştırma sürecidir bu. Söz konusu araştırma süreci her ne kadar nesnel gerçeklere yönelse ve bu anlamda söylentilerden ve tasavvurlardan arınma işi gibi görünse de kesinlikle kendisini hayal gücünün etkisinden kurtaramaz. (...)
"Kentin tarihinde bir süreklilik olduğu kanısı varsa, bu asla kökene bağlı ve eskiden yeniye doğru hareket eden tutarlı, kesin kayıtlara dayalı bir süreklilik değildir; bu süreklilik yalnızca bir değişim mekanizmasının kaotik işleyişini gösterir. Söylentiler ve tasavvurlar tarihinin, fiziksel tarih yanında daha önemsiz ya da ikincil pozisyonda olduğu düşünülmesin. Bu söylentiler ve tasavvurlar, kentin anlamını oluşturur ve fiziksel tarihin algılanma biçimini yönetir. Her şimdiki zamanda yeniden ve yeniden üretilen bu söylentiler ve tasavvurlar, kentin fiziksel tarihinin ve aynı zamanda da yeni dış görünüşünün ayrışmaz anlam parçacıklarıdır."