1900'lerin ortalarına yaklaşılırken Kıbrıslı Türkler İngiliz idaresinin altında ağır yoksulluk ve yoksunluk içinde varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Bu dönemde hem kendileri için hem de çocukları için adada bir gelecek göremeyen Türkler bir yandan ayakta kalmak bir yandan da "çocuklarının bu hayattan kurtulmalarını sağlamak" niyetiyle "başlık parası" adı altında paralar karşılığında kız çocuklarını Müslüman Araplara gelin olarak vererek Arap coğrafyasına gönderdiler. Bu çözümün ne kadar yanlış bir karar olduğu kısa zamanda ortaya çıktı. Ortadoğu coğrafyasına giden Türk kızlarının hüzünlü ve bir o kadar da acı hikâyeleri bugün hâlâ Kıbrıs'ta yaygın olarak anlatılır.
O yıllar Kıbrıs kendilerine eş bulmak için adaya gelen Araplarla dolup taşıyordu. Aracılar oluşmuştu. İşte bu roman yaşananları yeniden kurgulayarak unutulan belki de unutulmak istenen o acı yılları yeniden gündeme taşıyor! Çok farklı bir coğrafyada çok farklı bir kültürün içine sokulan Türk kızlarının dramını gözyaşları içinde okuyacaksınız!
"1930'lu yıllarda Kıbrıs'ta, ilk gençlik yıllarının coşkusuyla, saç örgüsü misali birbirlerine yürekten kenetlenen dört kız; Hatice, Emine, Olivia ve Elena… Yoksul bir köylü kızı olan besleme Hatice'nin, saygın ve aydın bir aileden gelen Lefkoşalı Emine'nin, dönemin İngiliz Valisi'nin zeki kızı Olivia'nın ve özgürlüğünün peşinde koşan, uçarı Elena'nın, ayrı yollara sapan fakat ayrılamayan, "kadın" olma hikâyesi…
Aşkları, acıları, isyanları, sessiz çığlıkları, dayanışmaları, erkek egemen dünyadaki
varoluşları…
Kıbrıslı Türklerin, o yıllardaki yoksulluktan dolayı kızlarını Araplara gelin vermesi ve satılan kızların pek çoğunun "kader" diyerek kederli bir ömür tüketmesi gerçeği üzerine şekillenen bu romanda Fulya Adalıer Canbolat, sadece "Hatice"lerin yıllar sonrasına uzanan sesi olmakla kalmıyor, dönemin Kıbrıs'ının sosyo-ekonomik ve kültürel yaşantısını da sinematografik bir anlatımla satırlara yansıtıyor."