İslâm'ın Türk illerinde yayılmasıyla birlikte bölge insanının dinî yaşamı gibi edebi ve kültürel hayatı da değişikliğe uğramış; eski kutsalların yerini yeni dinin öğeleri almaya başlamıştır. Bu durumdan edebî eserler de behreyâb olmuş ve İslâmî motiflerle süslenmiştir. Pek çok dinî unusurun girdiği bu yeni edebiyata Resül-i Ekrem'in hemen her yönü konu olmuş ve na't-ı şerif, siyer-i nebi, mevlid-i şerif, hilye-i şerif, mir'raciyye, regâibiyye, esmâ-yi- nebî, mu'cize-nâme, şefaat-nâme, hicret-nâme, gazavat-nâme gibi edebi türler ortaya çıkmıştır.
Bu türlerden birisi de, şefaate nâil olmak, hayırla anılmak, geride bir eser bırakmak, bir hastalıktan kurtulmak, bilhassa "Ümmetimden her kim sünnetimden kırk hadis ezberlerse kıyamet günü ona şefaatçi olurum." Müjdesine mazhar olmak gayesiyle kaleme alınan kırk hadis tercümeleridir.