1968'de, ağabeylerimiz, ablalarımız 'sol' dediklerinde "Solcuyuz, yanınızdayız." dediklerinde "Sol nedir?" diyecek kadar cesaretim yoktu. O zaman el yordamıyla anladığım şey: Sol tamamlanmış bir şey değildi. Zamanla "Tamam budur." diyeceğimiz bir şey de değildi. Başlangıçsız ve sonsuzdu. Tıpkı deli bir nehirdi. Zaman zaman menderesler çizerdi. Yoluna çıkan kayanın tepesinden aşamazsa etrafından dolaşırdı.
Sulayacağı çimeni, çiçeği insanı, hayvanı, börtü böceği bulana kadar Leyla'yı arayan Mecnun, Ehf'i arayan yaralı Mahmut, Aslı'sına ulaşamadığı için ahından yanan Kerem'di.
Sol; aşk, şiir ve kavgaydı. Çünkü evrende aşık olacak çok güzel, uğruna şiir yazılacak çok güzellik ve kavga edecek çok puşt vardı.
Türksolu'nda ilk yazım çıktı. Arkasından telefon ablukasına alındım; "Senin Türksolun'da ne işin var?"...
Türksolu benim rengim, sol renklerden biri.
Ve içimde kendi rengimi açıkça tartıştığım, özgür olabildiğim bir yer.
"Benim solum seninkinden iyidir" gibi kısır zibidiliklerin içinde değilim. Herkesin sol yanımdan alacağı doğrular var. Tüm sola sesleniyorum.
Deniz Gezmiş idama giderken şöyle diyordu:
"Baba sana teşekkür ediyorum; çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni. Küçüklüğümden beri evde Kurtuluş Savaşı anılarıyla büyüdüm. Baba biz Türkiye'nin İkinci Kurtuluş Savaşçılarıyız."
Ya "Deniz gerçekten Türk halkının Birinci Kurtuluş Savaşının onuruna inanmıştı, o yolda canını verdi." deyin ya da "Deniz takiyye yapıyordu, sahtekârdı, Mustafa Kemal'in tam bağımsız Türkiye düşüncesinin düşmanıydı." deyin.
Sağa sola sesleniyorum: Hodri Meydan!
- İlyas Salman