Türkiye'de pek çok şehirde, fakir semtlerde yaşadım. Adil dağılımdan ve insan haklarını koruyan hukuki yasalardan yoksun bir ülkenin varoşlarında yaşamak, söylem bolluğu ve gürültünün içinde yaşamaktır. Yaşamlarının sömügeleştirilmesinin ağır boyutlarda olduğu insanların halleri dillerine vurur. Tek güçleri sosyal sermayeleri olan bu insanlar, birbirlerine yapışır ve birbirlerinden güç bulurlar. Toplum denilen makinenin dişlilerine karşı ayakta durabilmek için yoğun iletişim ağları kurarlar. Bu iletişim sürecindeki öznelerin kimlikleri önemli değildir. Bir entelektüel, trans, Kürt ya da Suriyeli olmak değer kaybeder. Ortak nokta mahalledir. Dışarıdaki birine aynı niteliklerinden dolayı nefret ve öfke duyabilen bu insanlar, mahallelerindekilere karşı hoşgörülüdürler. Çünkü kimliği üreten mahalle ve aralarındaki yoğun iletişimdir. Yeni gettodan çevrilmiş küçük apartmanlarının önünde sandalyeler ve çaydanlıklı tüpler kurulur. Kağıt toplayanlar ya da inşaat işçileri ağır işlerinden dönmüşlerdir ve gece yarısına kadar mahalle susmaz. Sabaha karşı evlerden dayak yiyen kadın ya da çocuk sesleri, mahalle aralarında dolaşan polis sirenleri, kavga ve döğüş bağırmaları, içip eve dönenlerin haykırışları vb ile tam bir gün boyunca sesler yükselir.