Daha ilk cümlesiyle okurunu etkisi altına alan, sona erdiğinde insanı allak bullak eden bir roman Kör Baykuş. İsimsiz bir ressamın hayatını zindana çeviren kâbuslarını, bir baykuşu andıran gölgesine (dolaylı yoldan okura) anlatma çabası, bir noktadan sonra gerçekle sanrının birbirine karıştığı itiraflar ve sayıklamalar halini alır. Doğrusal ilerlemeyip kendini düzensiz bir biçimde tekrar eden ve her seferinde daha da derinleşen bu itiraf ve sayıklamalar, aslında, ilk satırından itibaren "ölüm"e methiyedir.
André Breton'un "Başyapıt diye bir şey varsa o da budur" sözleriyle nitelendirdiği Sâdık Hidayet'in romanı, sadece 20. yüzyıl İran edebiyatının değil, çağdaş dünya edebiyatının da en önemli eserlerinden. Kör Baykuş, özgün dilinden Okan Alay'ın yepyeni çevirisiyle…
"Biz ölümün çocuklarıyız. Hayatın aldatmacalarından ancak ölüm kurtarır bizi. Hayatın içinden bize seslenir, bizi yanına çağırır. Henüz insanların dilini anlayamadığımız yaşlarda, bazen oyunun ortasında durakalırız ya, işte bunun sebebi o an ölümün sesini işitmemizdir. Bütün hayatımız boyunca bize el eder durur ölüm. Hiç kimsenin başına gelmedi mi acaba?"