Nietzsche'nin "Tanrı'nın ölümünü" ilan etmesinden bu yana yaklaşık yüz elli yıl geçti. Dinsel kurumların hemen tüm dünyada sömürü odakları haline gelişi, pozitivizmin ve modern sanatın insanı zirveye taşıyan anlayışı, kitle iletişim araçlarının gözden düşerek yeni medya teknolojileri sayesinde takipçilerin biricik ve tek tüketme hissiyle kitlesellikten kopuşu vb. gibi etkenler sayesinde insan, belki de daha önce hiç olmadığı kadar tanrılaşmış ve zaten "ölmüş olan tanrı"nın yerine kurulmuştur.
Ortaklıkların darmadağın olduğu, anlam haritalarının çöktüğü bir uzamda ileti enflasyonuyla kafaları karışmış milyonlar; benliklerinin parçalandığı gerçeğinin karşısına dev gibi şişkin ve bir o kadar da sahte benlikleriyle çıkmak zorundadırlar. Bu sahte benliğin her nüvesi, mikro-iktidar alanlarını birleştiren birer şebeke haline dönüşmüş bir iktidar hücresidir. Yirminci yüzyılın çeşitli stratejileri ve teknolojileri bu benliği önce işgal etmek, tıpkı bir estetik cerrahın müdahalesi gibi her duygu üze-rinde tek tek çalışmak ve ortaklığa yönelik doğal topluluk yapısını dejenere etmek zorundaydılar. Başka türlü bu yeni insan, bu derece sahte ve geniş bir benlikle, bir "kral" olarak üretilemezdi.