Üzerinde yaşadığımız Anadolu toprakları tarihin yazılmasına yön vermiş; Hitit (Eti), Urartu, Frigya, Lidya, Pamplia, Karia, Troia, Myria, Galatia, Pergamon, İon, Helen, Pers, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı İmparatorluğu gibi birçok kentsel krallık, devlet, imparatorluk ve/veya uygarlık bu topraklar üzerinde yaşamıştır. Bu nedenle Anadolu, uygarlıklar beşiği olarak da anılmaktadır. "Açık hava müzesi" niteliğindeki ülkemiz pek çok uygarlığın yaşadığı bir coğrafyada bulunmakta olup, yaşamış her uygarlık bu topraklara kendisinden bir parça da eklemiştir. Bunun kültürel, tarihi, hukuki, sosyal ve ekonomik yönden önemli sonuçları olmuştur.
Gerek doğal, gerekse kültürel değerlerin korunması, korunarak yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılabilmesinin önemi yadsınamaz. Esasen bu varlıkların bizlere "miras" değil, "emanet" olduğu da söylenebilir. Bunlar önceleri "eski eser" ve özellikle "anıt eser" yönüyle mevzuatımızda yer almış iken, daha sonra genişletici bir yaklaşımla "kültürel miras" olarak nitelendirilmiş ve buna "doğal" özelliği, güzelliği, atipikliği ya da enderliği olan alanlar da dahil edilmiştir.
Kültürel ve doğal mirasın korunması olgusu çok yönlü ve disiplinler arası (multidisipliner) bir konu olup, çalışmamızın amacı kültürel ve doğal mirasın korunmasına ilişkin konunun hukuki boyutuna dikkati çekmek, mevzuatımızda yer alan kimi hükümlerin düzeltilmesi ya da geliştirilerek bazı ilkelere bağlanmasına katkı sağlamaktır. "Geçmişle olan bağın" koparılmaması için bu değerlerin korunması ve genel olarak "koruma bilinci"nin oluşturulması da oldukça önemli ve hatta zorunludur. Belirtelim ki, kültür ve tabiat varlıklarının önemi konusunda giderek daha büyük bir ilginin oluştuğunu da fark etmekteyiz.
Çalışmamızda hem "taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve sit alanları" hem de "taşınır kültür varlıkları"nın hukuki rejimi incelenmiş ve aynı zamanda 2863 sayılı Kanuna muhalefet suçlarına yer verilmiştir. Konu ile ilgili yüksek mahkemelerin içtihatlarına metin içerisindeki ilgili bölümlerde yer verilmiştir.
Koruma uygulamasının karmaşık ve oldukça sık değişen mevzuatı teknik yönleri ve çetrefilli hukuki sorunları içerebilmektedir. Öte yandan kimi kez önemli çıkar veya ideolojik çatışmaların yaşanabildiği bu konularda kamu yararı kaygısıyla hareket eden Koruma Bölge Kurullarının (KBK) maalesef fütursuzca itham edilebildiği ve üyelerinin yeterli hukuki güvenceye sahip olmadıkları da söylenebilir.
Belirtelim ki, 04 Temmuz 2011'de kurulan 644. s. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri1 Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile düzenlenen bakanlığın görevleri 17 Ağustos 2011 de çıkarılan 648 s. KHK ile yeni bazı düzenlemelere de tâbi kılınmış olup, anılan 644 s. KHK ile oluşturulan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü doğal sit alanlarını belirleme konusunda bu tarihten itibaren anılan idare yetkili hale gelmiştir. Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü 1 Nolu Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile de varlığını korumuştur. Dolayısıyla doğal sit alanlarını, derecelerini, sınırlarını belirleme ve bunlarda gerekirse değişiklik yapma yetkisi Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan alınmıştır. Anılan düzenleme ile özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar vb. de bu kapsama dahil edilmiştir. Sonuçta "Tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerinin tespit, tescil, onay, değişiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tespit ve tescil etmek, yönetmek ve yönetilmesini sağlamak" yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesine verilmiştir. Konu ile ilgili olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından "Tabiat Varlıklarını Koruma Komisyonları Kuruluş ve Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik" çıkarılmıştır. Yetkili makam açısından yapılan bu önemli değişikliğin çalışma boyunca gözönünde bulundurulması gerekmektedir.
Kültür ve tabiat varlıklarının hukuki rejimini irdeleyen bilimsel çalışmaların azlığı da dikkate alındığında, çalışmamızın kısmen de olsa bir boşluğu doldurduğu ölçüde kendimizi mutlu sayacağız.