İnsanlığın yeryüzündeki en anlamlı etkinliği, kendi varoluşuna bir anlam arayışıdır. Müslümanlar, tarih boyunca Hakikat'in ne olduğunu ve Hakikat'in Bilgisi'ne nasıl ulaşılabileceğini araştırırken, çoklu veya çoğulcu bir düşünce geliştirdiler. Bu bakımdan, İslam düşüncesi tekil ve monolitik değil, çoklu veya çoğulcu ve farklılığa dayalı bir çeşitliliktir. İbn Arabi ile İbn Teymiyye, Gazali ile İbn Rüşd arasındaki felsefî ve irfani ihtilafları okuduğumuzda bunu açıkça görürüz.
İmam-ı Azam Ebı Hanife de, İslam dünyasında meydana gelen siyasi, fikri ve itikadi zümreleşmeler sonunda Kur'an-ı Kerim'e ve ona aykırı olmayan sahih hadislere dayanıp İslam akaidini belirlemeye çalışan erken devir mütefekkirlerinin başında yer almıştır. Bu nedenle Ebu Hanife bu çalışmanın ana teması olmuştur. O, fıkıhtan hadise, kelamdan tasavvufa kadar çok yönlü bir düşünürdür. Ebu Hanife İslam dünyası için önemli olduğu kadar Türk dünyası için akidede, fıkıhta vs. ayrı bir öneme sahiptir.
Çalışmada Ebu Hanife'nin düşünce dünyasını ele alarak işe başlanmıştır. Ardından Ebu Hanife örneğinde, İslam ve öteki dinler, hak din, vahiy, dini mutlaklık, doğruluk, kurtuluş, uluhiyet, peygamberlik ve son peygamber gibi konular yanında; dini tekelcilik ve dinde tekelcilik/dinde dışlayıcılık (tekfîr), dini kapsayıcılık ve dinde kapsayıcılık, dini çoğulculuk ve dinde çoğulculuk, sosyal ve kültürel çoğulculuk, son olarak da Ebu Hanife'nin düşüncelerinin günümüz açısından değeri ele alınmaya çalışılmıştır.