Kur'an ne imanı bilgiye ne de bilgiyi imana feda etmez. Bilgi ve imanı birbirinden ayırmaz. Birini diğerinin alternatifi olarak da görmez. Fakat Kur'an, ilmiliği, objektifliği öne alarak, insan mantığı, mantalitesi düzeyinde yürüyerek insana ait konuları temellendirir. İşte bu mantıktan hareketle bir şey önce bilinecek sonra inanılacaktır. Yani bir şey bilinmeden doğruluğu onaylanmaz, tasdik edilemez. Zaten ilk emri "oku" olan, "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" diyen, "Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine (körü körüne) düşme!" uyarısında bulunan bir kitabın bilgiyi öne alması daha makul olsa gerektir. Her halde böyle bir kitabın bilgisel temelden yoksun, bilgiye dayanmayan, bilgiye güvenmeyen bir imanı savunmuş olma ihtimali düşünülebilir mi? ya da bilgiyi değersizleştirip, bilgisiz bir imanın yüceltilmesini tasvip eder mi? elbette etmez. Çünkü bilgisel bir zemine oturmayan, bilgiye dayanmayan, bilgiyle güçlendirilmeyen bir imanın sağlıklı olma ihtimali yoktur veya tesadüfe bağlıdır. Dolayısıyla, iman rastlantıya, tesadüfe bırakılacak kadar da önemsiz, değersiz değildir. Neticede Kur'an'a göre iman sadece duygusal kabulleniş, bağlanış değil aynı zamanda bilgisel temeli ve içeriği de olan bir tasdiktir, onaydır. Zaten sorun iman etmek değil, doğruya iman etmektir. Kâmil bir imana ise ancak ilimle ulaşılabilir.